25 Haziran 2013 Salı

Londra Gunlugum - 3.GUN


Sabah erkenden kalkip, Legoland'de gecirecegimiz harika gunun hayaliyle yola koyuluyoruz. 

Metroyla  Waterloo istasyonuna gidip, ordan Windsor&Eton Riverside trenine biniyoruz. Yaklasik 1 saatte Windsor'dayiz. Legoland otobusunun kalktigi yere dogru yuruyerek, tesadufen 5 dakika icinde gelen otobuse biniyoruz ve en sevdigimiz eglence yerine dogru 15 dakikalik bir yolculuk yapiyoruz.

Tahmin ettigimizden daha kalabalik olan Legoland'de cocuklar gibi eğlenerek, saatin ne cabuk  aksam 5 olabildigine sasiyoruz. Bu arada Legoland'in icinde yedigimiz nefis hamburgerler ve naneli cikolata parcali dondurmadan da bahsetmeden gecemeyecegim. Bir team park icin, oldukca basarili yiyecek mekanlari var... 

 Tekrar otobuse, sonra da trenimize binerek sehre geri donuyoruz.

Gecen gelislerimde bir turlu cekemedigim, Fransiz heykeltras Pierre Vivant'in yapmis oldugu Traffic Light Tree'yi fotograflamak uzere metroyla Canary Wharf'a gidiyoruz. Fakat, bir sure aramamiza ragmen, uzerinde 75 set isik olan bu trafik lambasini bir turlu bulamiyoruz. Yine ogreniyoruz ki, bunu da baska bir yere tasimaya karar vermisler :) Bu gelisimde biraz sanssiz miyim neyim? Neyi fotograflamak istesem kaldirilmis...

Umutsuz bir sekilde, biraz oyalanmak icin, en sevdigimiz marketlerden biri olan Tesco'ya giderek, kendimizi leziz kirmizi meyveler ve cikolatalarla avutuyoruz.

Otelimize donerken, Sainsburys Market'in ne kadar ucuz oldugunu kesfediyor, fakat daha sonra 99p Store'u bularak, bir cok seyi 99 pence'e alabilecegimizi farkediyoruz :)

24 Haziran 2013 Pazartesi

Londra Gunlugum - 2.GUN


Pazar gunleri herseyin satildigini duydugumuz Old  Spitalfields Market'e gitmek uzere, erkenden kalkip metroya yuruyoruz.

Tom Cruise’un Mission:Impossible filminde, guvenli evden cikip, metro girisindeki telefon ile konusmasi sahnesi sayesinde unlenen Liverpool Street Station’dan cikip, 5 dakika yurudugunuzde, Old Spitalfields Market karsinizda olacak. Hergun 9:00-17:00 arasi acikmis. Persembe antika pazari, Cuma-Pazar ek olarak 2. el ve yeni olmak uzere giyecekler ve yiyecek pazari kuruluyormus. Her ayın ilk Cuma gunu de plak ve kitap satiliyormus. Biz 9:00'da orda olmamiza ragmen tezgahlar yeni kuruluyordu, o yuzden pek acele etmenize gerek yok bence. 10:30 gibi ancak toparlanmis oluyor herkes.

Tezgahlarin acilmasini beklerken, biz de Costa Coffe'den kahvemizi ve cayimizi, Pret'ten de sandviclerimizi alarak guzel bir kahvalti yaptik. Costa yerel bir kahveci ve benim gibi pek kahve sevmeyen birine bile kahveyi sevdirdi diyebilirim. Baska bir gun deneyecegimiz bademli kruvasanlari ise tek kelimeyle muh-te-sem-di...

Old Spitalfields Market’in icinde Wagamama, Gourment Burger Kitchen, Canteen gibi yaklasik 10 pound vererek karninizi doyurabileceginiz zincir restoranlardan var. Londra icin kesinlikle ucuz.. Tabi daha ucuza, tezgahlarda satilan cesit cesit yemekleri de deneyebilirsiniz.


Tum tezgahlar acildiktan sonra kendinizi, antika valizlerin, vintage elbiselerin, harika mantolarin, hirkalarin, bebek esyalarinin, sapkalarin, eski resimlerin, mucevherlerin ve mis kokulu yemeklerin arasinda kaybedebilirsiniz.
 
Burda 1-2 saat gezip, keyfini cikarttiktan sonra, Dogu Londra'yi kesfetmek ve Brick Lane'deki brickleri gormek uzere yola cikiyoruz. Yaklasik 10-12 dakika yurudukten sonra, Brick Lane'e ulasiyoruz. Zaten duvarlardaki graffitiler de dogru yerde oldugumuzu hemen gosteriyor :) Burasi Londra’da bulabilecegimiz en bol kepce Hint yemegi servis eden restoranlarin merkeziymis, diye duymustuk. Bunu bilmesek bile yururken sokakta duydugumuz kokulardan anlayabiliyoruz. 


Biraz daha yurudugumuzde, muthis yemek kokulariyla, Sunday UpMarket bizi karsiliyor. Iceri girdigimizde gozlerimize inanamiyoruz. Devasa bir yemek, taki, hali, poster, incik boncuk pazarina geldiginizi hayal edin, fakat fazlaca yemek standi olsun... Tum dunya mutfagi kocaman bir alanda elinizin altinda... Henuz acikmamis oldugumuzdan, biraz gezdikten sonra, Guney Afrika'dan ozlem duydugumuz Samosalardan gorunce dayanamiyor, 2 tane aliyor ve yola devam ediyoruz.

Brick Lane’de eskiden bira imalati yapiliyormus. Fransa Protestan gocmenleri, Ingilizler’e nasil daha iyi bira yapacaklarini ogreterek, Old Truman Brevery’nin Londra’nin en buyuk bira fabrikasi olmasini saglamislar.

Brick Lane uzerindeki Jamme Majid Camii ise, Brick Lane ve Fournier Square kosesinde,   oldukca ilginc bir mimariye sahip..

Beigel Bake, 24 saat acik ve gece gezmesinden karnini doyurmaya gelenleri agirlamasiyla unlu bir bagelciymis. Eh tabiki hemen onundeki uzun kuyrukta yerimizi aldik. Ben krem peynirli, kocis ise fume somonlu ve krem peynirli birer bagel soyleyerek bu meshur tadin keyfini cikarttik :)


Biraz ilerde bir market daha bulduk. Brick Lane Market’te de ikinci el kıyafetler, oyuncak, dekorasyon esyalari gibi akliniza gelebilecek pek cok sey bulmak mumkun. Bizim ilgimizi esas ceken sey ise, yine yiyecek standlari oluyor elbetteki :) Fakat bagellerla doydugumuz icin birsey yiyebilecek durumda degiliz...

Ne kadar aradiysak da Brick Lane'deki brickleri bulamadik. Buyuk bir hayal kirikligiyla internete baktigimda, olimpiyatlarda zarar gormesinler diye kaldirildiklarini ogrendim. Kimse yerlerine geri koymayi akil edememis anlasilan.

Geri donerken, yolumuzun uzerindeki Sunday UpMarket'ten birkac sushi, tempura prawn ve biraz samosa alarak, Londra'nin onemli meydanlarindan biri olan Trafalgar Square'e yollandik... 

Trafalgar Square, her turlu aktivitenin yapildigi yerlerden biri. Bizdeki Taksim Meydani gibi de dusunebilirsiniz. Meydan ayni zamanda Lord Nelson'in heykeline, dort arslana, Kral IV. George'un heykeli'ne ve cok sayida guvercine ev sahipligi yapiyor. Burdaki guvercinlere yem vermenizi pek tavsiye etmem, cunku oldukca yuklu bir para cezasi varmis :) Nelson heykelinin etrafindaki arslan heykelleri cocuklar tarafindan pek seviliyor, uzerini bos yakalamak neredeyse imkansiz. Efsaneye gore, Big Ben 13 defa calrsa, bu bronz arslanlar uyanacakmis. Londra ile ilgili pek cok efsane var, aklima geldikce sizlerle paylasacagim... Meydanda cok kalabalik bir Hint toplulugu vardi, sanirim bir cesit kandil kutlamasi yapiliyordu. Zira herkese ucretsiz yemek ve irmik helvasi dagitildigini gorduk :)

Kalabaliktan kurtulup, National Portrait Gallery’inin uzerindeki Portrait Restaurant'a gitmeye karar verdik. Muhtesem bir manzarasi oldugunu okumustuk ve gormek istedik. Sadece yemek yiyenlere masa aciyor olmalarina ragmen, bizim yorgun halimize dayanamamis olacaklar ki, nazikce bir masa ayarladilar. Kahvelerimizi yudumlarken, restoranin catisindan gorunen ve gercekten muhtesem olan manzarayi seyre daldik...


Yeterince dinlendigimizde, meydana geri donup, Admiralty Arch'i gecerek Green Park'in icinden yuruduk. Edinburgh Duk’unun  dogumgunu serefine atilan top parelerini kacirdigimiz icin kocis biraz mutsuz olsa da, bir sonraki Cumartesi Kralice'nin dogumgununde onu da mutlu edebilecektik. Detaylar daha sonra :)
Parkin icinden gecip Leicester Square’e geliyoruz. Burasi Londra’nın tiyatro ve sinema bolgesi olarak da aniliyor. Meydandaki kucuk parkta William Shakespeare adına yapilmis bir çesme bulunmakta ve cesmenin hemen onunde Tom Cruise, Arnold Schwarzenegger, Sylvester Stallone gibi aktorlerin el izleri var. Fakat, tabiki cesme tadilattaydi ve biz etrafina konmus olan minik deliklerden iceri bakmakla yetinebildik.

Meydana kocaman bir M&M’s World acilmis. Kucuk buyuk cikolata, seker seven herkesin bayilacagi bir yer. Ben yine icerde kendimi kaybettim, mis gibi M&M's kokulari, dev M&M's kavanozlari, oyuncaklar, giyim ve mutfak esyalari arasinda pek kaybolmamak mumkun degil sanirim...


M&M's World'de uzunca bir sure oyalanip, cocuklar kadar şen ciktigimizda, Green Park'a geri donup, icinden gecip, Kralice'nin yasadigi Buckingham Palace'in hemen karsisindaki St. James Park'ta kugularla, pelikanlarla, guvercinlerle, kargalarla ve sincaplarla hasir nesir oluyoruz. Parka gitmeden once yer fistigi alirsaniz, sincaplar gelip elinizden fistiklari kaparken fotograf cekebilirsiniz. Yalniz dikkat edin fistiklari sincaplardan once kargalar ve guvercinler kapmasin :)


Yeterince sincap besleyip fotograf cektigimize emin oldugumuzda, ve parkin keyfine vardigimizda, Da Vinci Code'daki Temple'i bulmak uzere yine yollara dusuyoruz. Metroya binip Temple duraginda iniyor ve Temple'in kapali oldugunu gorerek husrana ugruyor, fakat Covent Garden'a giderek yolculugumuza devam ediyoruz.

Covent Garden'a gidip biraz geziniyor ve internette fotograflarina bayildigim kucuk bir avlu olan Neal's Yard'a kocisi surukluyorum. Icindeki minik kafeler ve ortasindaki masalarla ufak ama sirin bir avludan ibaret olan Neal's Yard, renkli binalari ve cicekleriyle kocisin de hosuna gidiyor Allah'tan...


Ordan cikip, yururken gordugumuz, ayni zamanda internette de okumus oldugum Belcika restorani Belgo'ya girip bira icmeye ve dinlenmeye karar veriyoruz. Yerin altina kurulmus olan bu restoranin hem dekorasyonu enteresan, hem de masaya siparis edilen her sey nefis gorunuyor. Masalarda Beer Bible'lar var. Bira severler icin bir cennet :) Dilerseniz bu kitapciklari 5 pounda alip, eve de goturebiliyorsunuz. Cok ac olmadigimiz icin jumbo karides, patates kizartmasi ve bira soyluyoruz. Ben Belcika birasi Duvel iciyorum, normal biralara pek benzemiyor. Ac olmamamiza ragmen, yan masaya koca bir tencereyle gelen midyede gozumuz kalmiyor degil.. Daha sonra ilginc Belcika biralari da deniyoruz, benimkinin alkol orani yuksek fakat cikolata tadi var, kocisinki ise sampanya gibi... Ispanya’dan gelmis olan garson bizi cok seviyor ve para almadan bir patates daha getiriyor :)


23 Haziran 2013 Pazar

Londra Gunlugum - 1.GUN


Her ne kadar sabahin korunde kalkmis ve yollara dusmus olsak da, bizi ayiltacak buz gibi bir Londra sabahindan daha guzel bir sey bulamazdik herhalde..

Daha onceden de dedigim gibi, farkinda olmadan o kadar guzel bir yerde secmisiz ki otelimizi, metrodan ciktigimizda, kendimizi Avrupa'nin en buyuk alisveris merkezi dedikleri Westfield'in onunde bulduk. Valizlerimizi 5-6 dakika yuruyerek otele birakip, uzerimizi degistirdikten sonra, kosarak birseyler yemek icin alisveris merkezinin yolunu tuttuk. Aslina bakarsaniz, bana oyle en buyuk alisveris merkezi kivaminda gorunmedi pek. Istanbul'daki alisveris merkezlerimiz gayet buyuk ve guzel. Fakat iste, bir kere kazanmis odulleri, ne desek bos :)   


Kendimi hemen girise yakin olan Disney Store'da bir sure kaybettikten sonra, iki katli dev bir Primark gorunce sevincten havalara uctum :) Primark, Londra'da aradiginiz herseyi hesapli fiyatlara bulabileceginiz bir mağaza, ve benim daha once sadece Oxford Sreet'tekini talan etme sansim olmustu. (Asagidaki yaramazi bulun bakalim:))


Neyse, kocis acliktan bayilmadan once, kendimize yemek yiyecek bir yer bulmaya karar verdik. Ve kader bizi, muhtesem bir Japon restoranina goturdu :) Umai, yedigimiz en lezzetli Sushileri ve benim favorim olacak Tempura Don'u kesfetmemizi sagladi. Tabiki Umai'yi daha sonra yine ziyaret ettik :)


 Karnimizi doyurduktan sonra, alisveris faslini baska zamanlara birakmak uzere, Westfield'i terkettik ve metroyla King's Cross'a gittik. Amacimiz Harry Potter'in trene binerken carparak  duvardan gectigi Platform 9 3/4'u gormekti :) Internetten baktigim yer degismisti ve platform bilet ofislerini gecince hemen sag tarafa tasinmisti. Tabiki, cok kalabalikti :) Herkes fotograf cektirmek icin sirada bekliyordu. Biz arabanin birkac fotografini cekerek ordan ayrildik, kuyruk bekleyecek halimiz pek yoktu dogrusu...

Hala yoldan sersem halde oldugumuz icin birer kahve aldik. Kahvelerimizle disari ciktigimizda, bizi muhtesem tren istasyonu, St. Pancras International karsiladi. Londra'dayken, Paris'e ya da Amsterdam'a da gitmek isterseniz, geleceginiz yer bu istasyon olmali. Ici de en az disi kadar ihtisamli.. Yanlis hatirlamiyorsam, Harry Potter'in platformdan gecip trene bindigi yer de burasi..


Istasyonun ihtisamini icimize sindirdikten sonra, internette okuyup pesine dusmekte israrli oldugum, Londra'nin kedileri macerasina kocisimi de alet ederek, yeniden yollara dusuyoruz. Metrodan Holborn duraginda inip yuruyoruz. Russell Square Gardens'in icinden geciyoruz. Her yerin park olmasi insana ayri bir huzur veriyor. Internette Bloomsbury Square Gardens'da yazmasina ragmen bir turlu bulamadigimiz kedi heykeli pesinde gezerken, Queens Square'e bir bakalim diyoruz ve evet iste, Sam the Cat karsimizda. Sam, duvardan zemine atlamak uzere olan, oyun oynayan eglenceli bir kedinin heykeli. Bir kedi sever olan hemsire Patricia Penn (1914-1992) anisina yapilmis. 1970'lerde, Ms Penn o alani ve tarihi binalari, girisimcilerden korumak icin cestli kampanyalar baslatmis...
Sam ile birkac fotograf cektirdikten sonra, yola devam ediyoruz. Tottenham Court civarinda, Paperchose adinda kocaman, harika bir kirtasiye bulup, hemen icine giriyoruz. Aslinda beni cezbeden, vitrine koyduklari sirin oyuncaklar olmasina ragmen, icerdeki muhtesem kirtasiye malzemeleri, oyuncaklar ve yastiklarla kendimden geciyorum. Kocis, icerdeki yumusacik rahat koltukta dinlenirken, ben ikinci kati gezip bitiriyorum :)

Bir arkadasimizin istedigi siparis icin elektronik magazalarina girip cikiyoruz ve daha sonra ayaklarimiz aciyarak yurumeye devam ediyoruz :)

Artik oturmamiz gerektigin dusunerek, Goodge Street uzerindeki birbirinden guzel restoranlardan hangisine girsek diye bakinirken, bugunu Thai yemegiyle kapatalim diyor, ve kendi minik ama yemekleri lezzetli Thai Metro'da Green Curry Chicken, Red Curry Prawn, Metro Mix ve daha once Thailand'da ictigimiz ve begendigimiz bira Singha'dan soyleyerek gunu bitiriyoruz...

21 Haziran 2013 Cuma

Londra Gunlugum


Her kosesini bikmadan, usanmadan, yorulmadan karis karis defalarca gezdigimiz, hala da gezebilecegimiz son Londra seyahatimiz, bu yazima isik oldu… Benim gibi, Çinlilere ozenip, gordugu her seyin fotografini ceken biri icin, fotograf makinesi ve iphone ile cekilen binlerce fotografi ayiklayip, organize edip, post yapmaya baslamak inanin cok uzun suruyor :)

Bir yerden baslamak lazim diyerek, Londra’ya gidecekseniz, bavulunuzu hazirlarken belki benimkinden yardim alabilirsiniz diye dusundum :)

1. Elbette yagmurluk, Londra’da havanin ne zaman degisecegi ve yagmur yagacagi belli olmaz, mevsimlerden yaz olsa bile
2. Not defterim. Hangi gun nerelere gittik, hangi sergiyi, muzeyi gezdik, hangi restoranlari denedik, ve tabiki gelmeden once nerelere gidecegimizin de ufak bir calismasi :)
3. Rahat bir kot pantolon, tayt ve birkac t-shirt
4. Gece dısari cikarken giymek icin elbise ya da tunik
5. http://www.bbc.co.uk/weather/ adresinden hava durumunu kontrol edip yola ciksaniz bile, bizim gibi 20 derecelik bir Haziran ayi beklerken donmamak icin, bir ince hirka, bir de cok kalin hirka ya da polar
6. Fotograf makinelerimiz, bol bol kart ve elbette sarj aletleri
7. Londra kitaplarimiz. Her ne kadar cep telefonundan internete girmek kolay olsa da, ben elimde kitap tutmayi cok severim...
8. Yuruyus alanlariniz uzun olacagindan, rahat bir-iki spor ayakkabi.
9. Buyuk bir şal. Sizi ruzgardan ve soguktan koruyacak..
10. Makyaj cantasi, icinde makyaj malzemelerim, Muji’nin seyahat setinde kocisin tras seti, tarak, dis fircasi, macunu ve nemlendirici.
11.El cantası, capraz asilir olanlari tercih ediyorum, boylece elim kolum serbest kaliyor :)
12. Adaptor. Londra’da prizler farkli, bu yuzden adaptorumuzu hep yanimizda goturuyoruz
13.Cep telefonu sarjlarimiz. 

Evet artik yola cikmaya haziriz. 4 saatlik keyifli business class ucak yolculugundan sonra, Gatwick havaalanina indigimizde, once vize memurunun kisa sorularina cevap verdik. Klasik bir Ingiliz proseduru, sizi pasaport kontrolunde mutlaka sorguya cekiyorlar, fakat biz artik defalarca gitmis oldugumuzdan pek sorgu-sual fasli yasamadik. Otelimize gitmek icin, otomatik bilet makinasinin basinda bekleyen görevlilerden yardim isteyerek tren biletimizi aldik ve Londra'daki London Bridge metro istasyonuna cufcuflandik :)

Sans eseri oyle merkezi bir yerde otelimizi secmisiz ki, tren arti metro ve 5-6 dakika yuruyusle otelimize vardik. Daha onceki gelislerimizden yanimizda hazir bulunan Oyster kartimiz sayesinde, ulasimimiz oldukca kisa surdu.

Londra'ya adiminizi atar atmaz ilk is bir "Oyster Card" (https://oyster.tfl.gov.uk/oyster) edinin derim. Bu karta, kredi kartınızdan ya da nakit olarak, her istasyonda bulunan makinalardan yukleme yapabilir ve sonra metroya, otobuse ve bazi trenlere ayrica para vermeden ya da bilet almadan binebilirsiniz. Biz, icinde var olan parayi iki gunde hizlica tukettikten sonra :) 35 pound’a haftalik dolum yaptik ve cilgin gibi gezmemize ragmen bir daha yola para odemedik. Anlayacaginiz uzere, gercekten gezmek istiyorsaniz, Londra icin hayati bir kart :) Turist ofisinden bir harita ve metro duragindan bir metro haritasi da cok isinize yarayacaktır. Gerci biz harita olarak iphone’daki Google maps’i kullandik fakat, yine de harita isinize yarayabilir.

Ulasimda alternatif cok, mesela kirmizi cift katli otobusle nostaljik Londra gezisi yapabilirsiniz. Fakat trafigin  sıkışık olma ihtimaline karsi, ben yine de metroya sadik kalmanizi oneririm. Sirin Londra taksilerinin pahali oldugunu duymustuk, o yuzden hic kullanmadik, fakat gece bir yere gittiyseniz ve bulundugunuz bolgedeki metro kapanmissa baska sansiniz kalmayabilir. Gece otobusleri de oldukca fazla, ama otobus duraklarini ve numaralarini biliyor olmaniz gerekebilir... Sehrin pek cok kosesinde, bisiklet kiralayabileceginiz yerler de bulmaniz mumkun. Nakit ya da kredi karti ile bisikleti saatlik ya da gunluk kiralayip, sonra yine istasyonlardan birine birakabilirsiniz. Eh tabiki ben bisiklete binemedigim icin, kocisim de benimle beraber yurumek zorunda kaldi :) Zaten sehrin her yerine metro varken, kim ne yapsin bisikleti :) Londra metrosu, olimpiyatlarla bayaga kendini yenilemis, biz yapilan calismalari cok begendik dogrusu.. Metronun icinde bulunan, yukarida gordugunuz tube haritasinin Lego'dan yapilmis oldugunu biliyor muydunuz? :)

Telefon kullanimi icin, havaalanindan ya da sehirdeki alisveris merkezlerinden rahatlikla alabileceginiz, prepaid telefon kartlarini oneririm. Sinirsiz internet ve Ingiltere ici konusma ve mesajlaslasma; havalanindan 25, sehir icindense 15 pounda maloluyor. Turkiye’den, yurt disinda hattimi kullanacagim dediginizde, internet paketlerinin limiti cok dusuk ya da pahali oldugundan biz bunu tercih ettik, gayet de memnun kaldik.

Sunu da soylemeliyim ki, Londra oyle 1-2 gunde gezilip bitirilecek bir sehir degil. En az 4-5 gun kalmanız lazim, hatta mumkunse daha fazla :) Sonra da eminim ki bu gezi size yetmeyecek ve Londra kendine bir sekilde geri cekecektir... Kralicesi, prensleri, Londra Kalesi, kirmizi telefon kulubeleri, otobusleri, siyah taksileri, her gun sehrin farkli bir yerindeki aktiviteleri, muzeleri, galerileri ve muhtesem pazarlari ile Londra benim kalbimde ayri bir yere sahip. Bu sehir ile anlayamadigim, farkli bir bagim var.

Bu kadar genel bilgiden sonra, gelelim gezdigimiz yerlere… Okurken sıkılmamanız icin, hergun bir macera paylasacagim. İlk maceramiz cok yakinda… Bizi mutlaka takip edin :)