Bilgilendirme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilgilendirme etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2017 Pazartesi

Koruyucu Gida Katki Maddeleri Hakkinda Her Şey



Gıda katkı maddeleri, kendi gıda olmayan ancak gıdalara uygulanan işlem gereği zorunlu olarak katılan maddelerdir. Burada asıl altını çizmek istenilen nokta sizin de dikkatini çektiği üzere zorunlu kelimesidir.

Gıda katkı maddelerinin isimleri nereden geliyor ?

Gıda katkı maddeleri dünyada 180’den fazla ülkenin kabul ettiği bir sistemle numaralandırılır. Bu numaraların hepsinin başında ‘Europe’ (Avrupa) sözcüğünün baş harfi olan ‘E’ harfi vardır. E harfi ile başlayan katkı maddeleri gıdalar için belirlenmiştir. Kanunlarda belirtilen sınırları geçmediği sürece, yaşam boyu sağlık riski oluşturmadan kullanılabilirler.
Ülkemizde konu ile ilgili çalışmlar Gıda, Tarım ve Havyancılık Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Bu nedenle bakanlıktan kayıt veya onay numarası almış işletmelerin ürünlerini tüketmeliyiz. Her katkı maddesinin numarasının yanı sıra bir de adı vardır. Örneğin E110 kodlu katkının adı sunset yellow. Etikette numarası veya adı ile belirtilir.

Gıdalarda kullanılan katkı maddeleri Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Gıda Tarım Örgütü (FAO)’nün ortaklaşa oluşturduğu uzmanlar komitesi tarafından sürekli olarak araştırılır. Bu araştırlamalar sonucunda kullanımına izin verilir. Ülkemizde her iki örgütün asil üyeleri arasındadır.

Ülkemizdeki kanunlara göre katkı maddeleri

  • İşlenmemiş gıdalar
  • Bal
  • Pastörize ve sterilize süt
  • Aromalandırılmamış, doğal fermantasyonu durdurulmamış süt ürünleri
  • Şeker
  • Kuru makarna
  • Doğal mineral sular ve kaynak suları gibi gıdalarda katkı kullanımı yasaktır.

Her ürüne renklendirici katılabilir mi ?

  • Şişelenmiş sular
  • Çikolatalı sütler
  • Aromalandırılmamış fermente süt ürünleri
  • Un ve benzeri ürünler
  • Ekmek ve benzeri ürünler
  • Domates salçası ve konserve domatesler
  • Mevye suyu, nektarları ve sebze suları
  • Kakao ürünlerinde renklendirici kullanımı yasaktır.
Antioksidanlar
Bitkisel ve hayvansal yağların kullanıldığı çoğu gıda antioksidan içermektedir. Antioksidanlar bitkisel ve hayvansal yağlar ile vitaminlerin havada bulunan oksijen ile birleşerek acı tat ve koku oluşturmasını, rengini kaybetmesini engelleyerek gıdanın daha uzun süre dayanmasını sağlar.
Askorbik asit veya E300 olarakta adlandırılan C vitamini en çok kullanılan antioksidanlardandır.

Koruyucular
Gıdaların bozulma sürecini yavaşlatarak daha uzun süre saklanmasını sağlarlar.
Dondurma, konserve veya kurutma gibi diğer saklama metotları ile işlenmemiş uzun ömürlü çoğu gıda koruyucu içerir. Örnek olarak küf veya bakteri gelişimini engellemek için kuru meyveler sıklıkla sülfür dioksit (E220) ile muamele edilirler. Sucuk, salam, sosis gibi kürlenmiş etler üretim esnasında nitrit (E249) ve nitrat (E252) ile işlem görmektedir.
Şeker, tuz, sirke gibi daha geleneksel koruyucularda gıdaların uzun süre saklanması için kullanılmaktadır.

Renklendiriciler
Renklendiriciler genelde üretim ve depolama esnasında üründe kaybolan rengin tekrar kazandırılması veya ürüne daha uygun renk kazandırılması amacı ile kullanılmaktadır.
Genel olarak kullanılan renklendiriciler, et suyu ve soslarında, alkolsüz içeceklerde kullanılan karamel (E150a), turmerik köklerinden elde edilen sarı renk veren kurkumin (E100) gibi renklendiricilerdir.
Bazı insanlar renklendirici eklenmesinin gıdaları daha çekici yaptığını düşünmekte, bazı insanlar ise gıdalara renklendirici eklenmesini gereksiz ve aldatıcı bulmaktadır.
Renklendiriciler hakkında gıda güvenliği açısından şunlar söylenebilir:
1. Gıdalarda renklendirici kullanılması gıda güvenliği açısından risk oluşturmamaktadır.
2. Elde edilen yeni veriler ışığında renlendiriciler sürekli Avrupa Birliği tarafından değerlendirilmektedir.

Son zamanlarda sunset yellow (E110), quinoline yellow (E104), carmoisine (E122), allura red (E129), tartrazine (E102) and ponceau 4R (E124) gibi bazı yapay renklendiricilerin çocuklarda ortaya çıkan bazı olumsuz davranışlarla ilişkili olduğu saptanmıştır. Bu renklendiriciler özellikle alkolsüz içecekler, tatlılar ve dondurmada kullanılmaktadır. Eğer çocuklarınızda hiperaktivite veya dikkat eksikliği bozuklukları görülmekte ise bu renklendiricileri içeren gıdaların çocuğunuz tarafından tüketilmesinden sakınmanız gerekmektedir.

Emülsifiyerler, stabilizörler, jelleştiriciler ve kabartıcılar
Lesitin (E322) gibi emülsifiyerler (emülsifiye ediciler, emülgatörler) normalde su ve yağ gibi birbiri ile karışmayan maddelerin birbiri içinde karışmasını sağlarlar.
Lokust bean gum (keçi boynuzu gamı, E410) gibi stabilizörler ise karışan bileşenlerin tekrar ayrılmasını önler.
Emülsifiyerler ve stabilizörler aynı zamanda gıdanın yapısını düzenler. Bu katkılar genelde sürülebilir margarinler ve diğer şekerlemeler vb. gıdalarda sıklıkla kullanılır.
En çok kullanılan jelleştirici pektin (E440) olup, jelleştiriciler genel olarak reçel yapımında kullanılmaktadır. Jelleştiriciler kullanıldıkları gıdanın kıvamını istenen şekle getirmede kullanılır.
Kabartıcılar da aynı şekilde katıldığı ürünlerde kabarma sağlayarak gıdanın yapısının istenen forma gelmesini sağlarlar.

Aroma arttırıcılar ve aromalar
Aroma arttırıcılar bir çok gıdada fazladan aroma eklemeden aromayı arttırmak için kullanılır.
En çok kullanılan ve MSG olarakta bilinen aroma arttırıcı mono sodyum glutamat (E621) özellikle çorbalar, soslar gibi ürünlere katılmaktadır. Aroma arttırıcılar hazır yemekler, baharatlı gıdalar ve çeşni verici maddelerde (bulyonlar vs.) kullanılır.
Buna karşılık aromalar gıdalarda çok az miktarlarda özel tat ve aromalar kazandırmak için katılmaktadır.
Aromalar gıda katkılarından farklıdır. Bu nedenle E numaraları yoktur. Gıdaların etiketinde içindekiler listesinde aromaların kullanıldığı belirtilmelidir.

Tatlandırıcılar
Gazlı içecekler, yoğurt ve sakızlarda kalori miktarını düşürmek ve diş sağlığı için şeker yerine tatlandırıcılar sıklıkla kullanılır.
Aspartam (E951), sakarin (E954) ve asetasülfam-k (E950) gibi “güçlü tatlandırıcılar” şekerden çok daha fazla tatlılık değerine sahiptir bu nedenle çok az miktarlarda kullanılır.
Sorbitol (E420) gibi tatlandırıcılar tatlılık değeri bakımından şekerle aynıdır. Bu nedenle şeker yerine benzer miktarlarda kullanılmaktadır.
Eğer 4 yaş altı çocuklara tatlandırıcı içeren konsantre içecekler verilecekse, içine yetişkin insanlar için hazırlanan içecekten daha fazla su katılarak seyreltilmesi gerekir. Çocukların çok miktarda tatlandırıcı içeren gıdaları tüketmesinden kaçınmak gereklidir

KORUYUCU KATKI MADDELERİ

Burada bulunan libstede işaretsiz siyah E numaraları helal kabul edilen katkıları gösterir. Kırmızı E numaraları sağlık için tehlikeli katkıları gösterir. “**” işaretleri kesin hayvan (çoğunlukla domuz) kökenli katkıları gösterir (haram). “*” Bitkisel veya hayvansal kökenli olabilir. Alkolle muamele edilmiş veya edilmemiş olabilir.Bu sebeple (şüpheli) kabul edilen katkıları gösterir.


KORUYUCU KATKI MADDELERİ
NumaraİsimYorum
E200
Sorbik asit
Koruyucu olarak kullanılır. Bitkisel kökenlidir. Ciltte kaşıntıya sebep olabilir
E201
Sodyum sorbat
Koruyucu olarak kullanılır.
E202
Potasyum sorbat
Koruyucu olarak kullanılır.
E203
Kalsiyum sorbat
Koruyucu olarak kullanılır.
E210*
Benzoik asit
Koruyucu olarak kullanılır. Fırın mamulleri, peynir, çiklet, çeşni, dondurulmuş mandıra ürünleri, yumuşak tatlı gibi gıda ürünlerinde, kozmetik ürünlerde, eczacılıkta öksürüğe karşı antiseptik ve mantara karşı merhem yapımında kullanılır. Astıma , sinirsel bozukluğa, ve çocuklarda hiperaktiviteye neden olabilir.
E211*
Sodyum benzoat
Koruyucu olarak kullanılır. Süt ve et ürünleri, çeşniler, fırınlı mamuller ve şekerlemelerde, ağız yoluyla alınan bir çok ilaçta kullanılır; kurdeşene neden olduğu ve astımı ağırlaştırabilir.
E212*
Potasyum benzoat
Bakınız: 211
E213*
Calsiyum benzoat
Bakınız: 212
E214*
Etil p-hidroksibenzoat
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E215*
Sodyum etil p-hidroksibenzoat
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E216*
Propil p-hidroksibenzoat
Koruyucu olarak kullanılır. Alerjik reaksiyonlara sebep olabilir.
E217*
Sodyum propil p-hidroksibenzoat
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E218*
Metil p-hidroksibenzoat
Koruyucu olarak kullanılır. Alerjik reaksiyonlara sebep olabilir.
E219*
Sodyum metil p-hidroksibenzoat
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E220
Sulfur dioksit
Koruyucu olarak kullanılır. Kömür katranından elde edilir. Tüm sülfürlü ilaçlar zehirlidir ve kullanımı sınırlandırılmıştır (Amerika’da, FDA¹ çiğ meyve ve sebzelerde kullanımını yasaklamıştır); astım nöbetlerini azdırdığı ve böbrek fonksiyonları zayıflamış olanlarda metabolizmayı zorladığı, ‘B1 vitamini’ni yok ettiği bilinmektedir; içecekler, kurutulmuş meyveler, meyve suyu, sirke ve patates ürünlerinde kullanılır.
E221
Sodyum sulfit
Bakınız: 220
E222
Sodyum hidrojen sulfit
Bakınız: 220
E223
Sodyum metabisulfit
Bakınız: 220
E224
Potasyum metabisulfit
Bakınız: 220
E225
Potasyum sulfit
Bakınız: 220
E226
Kalsiyum sulfit
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E227
Kalsiyum hidrojen sulfit
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E228
Potasyum bi sulfit
Bakınız: 220
E230*
Bifenil, Difenil
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E231*
2-Hidroksi bi fenol
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E232*
Sodyum ortofenil fenol
Bakınız: 231
E233*
Tiabendazol
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E234*
Nisin
Koruyucu olarak kullanılır.
E235
Natamisin
Koruyucu olarak kullanılır. Bulantı, kusma, ishal ve cilt kaşıntısına neden olur; et ve peynir ürünlerinde kullanılır.
E236
Formik asit
Koruyucu olarak kullan. Bazı ülkelerde yasaklandı
E237
Sodyum format
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E238
Kalsiyum format
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E239
Hexamin
Koruyucu olarak kullanılır. Bazı ülkelerde yasaklandı
E242
Dimetil dikarbonat
Koruyucu olarak kullanılır. Meyve sularına ilave edilen ve içindeki mikroplar ile mücadele eden bir antimikrobiyel, FDA¹nın veritabanında gıda ile ilişkisi kabul edilen bir madde olarak listelenmiştir
E249*
Potasyum nitrit
Koruyucu olarak kullanılır. Et ürünlerinde kullanılır. Nitritler nefes daralması, baş dönmesi ve baş ağrısı ile sonuçlanabilecek rahatsızlıklara sebep olduğu gibi potansiyel kanserojendir; bebek ve küçük çocukların gıdalarında kullanılması kesinlikle yasaktır.
E250*
Sodyum nitrit
Koruyucu olarak kullanılır. Hiperaktiviteye ve diğer yan etkilere neden olabilir, potansiyel kanserojendir, bir çok ülkede sınırlandırılmıştır, HACSG² sakınılmasını öneriyor
E251*
Sodyum nitrat
Bakınız: 250
E252*
Potasyum nitrat
Koruyucu olarak kullanılır. Hayvan artıklarından veya bitkilerdenelde edilir. Gübre üretiminde ve etin korunmasında kullanılır; hiperaktiviteye ve diğer yan etkilere sebep olabilir, potansiyel kanserojendir, bir çok ülkede sınırlandırılmıştır (Bakınız: 249)
E260
Asetik asit
Koruyucu olarak kullanılır. Sirkenin ana maddesidir; ağaç liflerinden sentetik olarak üretilir; turşu ve soslarda kullanılır
E261
Potasyum asetat
Koruyucu olarak kullanılır. Böbrek fonksiyonları zayıf insanlar sakınmalıdır; sos ve turşularda kullanılır.
E262
Sodyum asetat, Sodyum diasetat
Koruyucu olarak kullanılır. Asitliği düzenleyicidir; bilinen yan etkisi yok
E263
Kalsiyum asetat
Koruyucu olarak kullanılır. Asitliği düzenleyicidir.
E264
Amonyum asetat
Koruyucu olarak kullanılır. Bulantı ve kusmaya neden olabilir
E270*
Laktik asit
Koruyucu olarak kullanılır. Asitliği düzenleyicidir; bebeklerin sindirimi zordur; tatlılar, salata sosu, bebe maması ve şekerlemelerde kullanılır
E280
Propiyonik asit
Koruyucu olarak kullanılır. Migren ağrılarına sebep olabilir; doğal olarak mayalanmış gıdalarda, insan teri ve geviş getirenlerin sindirim organlarında bulunur, ayrıca suni olarak etilen, karbon monoksit, propiyonaldehit, doğal gaz, mayalanmış kağıt hamuru veya çürümüş lif bakterisinden elde edilir; yaygın olarak ekmek ve un mamullerinde kullanılır
E281
Sodyum propiyonat
Koruyucu olarak kullanılır. Migren ağrılarına sebep olabilir; unlu mamullerde kullanılır.
E282
Kalsiyum propiyonat
Bakınız: 281
E283
Potasyum propiyonat
Bakınız: 281
E290
Karbon dioksit
Koruyucu olarak kullanılır.
E296
Malik asit
Koruyucu olarak kullanılır. doğal (meyvelerden) veya sentetik yoldan elde edilir; bebekler ve küçük çocuklar sakınmalıdır
E297
Fumarik asit
Koruyucu ve anti oksidan olarak kullanılır. Keklerde kullanılır
  • İşaretsiz “siyah” E numaraları helal kabul edilen katkıları gösterir.
  • Kırmızı E numaraları sağlık için tehlikeli katkıları gösterir.
  • “**” işaretleri kesin hayvan (çoğunlukla domuz) kökenli katkıları gösterir.(haram)
  • “*” Bitkisel veya hayvansal kökenli olabilir. Alkolle muamele edilmiş veya edilmemiş olabilir.Bu sebeple (şüpheli) kabul edilen katkıları gösterir.
Kaynak: “animal-ingredients.hypermart.net”, “www.foodag.com” ve “www.muslimconsumergroup.com”, HACSG (Hiperaktif çocukları destekleme grubu), “www.ifanca.org”, “www.ehalalfood.com”, “www.eathalal.com”, “www.whatisinit.com”, “www.halalpak.com” internet sayfalarından faydalanılmıştır.


13 Aralık 2016 Salı

Mutfağınızı Karatay Beslenmesine Hazırlamak İçin


Beslenmeyle ilgili tüm bilgilerimize reset atıp önyargılarımızdan kurtulup sonra adeta ders çalışır gibi Karatay Diyeti kitabını okuyup özümsedikten sonra iş uygulamaya geldi.
  1. SAĞLIKSIZ GIDALARIN TEMİZLENMESİ: Kitapta yazan mutfağa hiç sokulmaması gereken malzemeler varsa atılmalı veya düşman gördüğünüz birilerine verebilirsiniz dostunuza bile vermemelisiniz. Önce ekmek kutunuzdan kurtulmakla işe başlayın. Sonra erzak dolabınızı elden geçirin. Pirinç, makarna, şehriye, her tür un, iç bakla ve şeker varsa dolabınızdan çıkarın. Şimdi sıra buzdolabınıza geldi. Buzdolabınızı paketlenmiş ürünler, eritme ve krem peynirler, hazır yoğurt, süt tozu, krema, hazır soslar, varsa tost ekmeği, her türlü meşrubat, meyve suyu, sucuk, salam, sosis gibi işlem görmüş et ürünleri, marketten alınma tavuk ve yumurta, her türlü şarküteri ürünlerinden arındırın. Kavun, karpuz, incir ve dut gibi glisemik indeksi yüksek meyveleri ve mevsimsiz sebze ve meyveleri de buzdolabınızdan çıkarın. Mutfağınızdan bisküviler, galetalar, tatlı-tuzlu kurabiyeler, cipsler, çikolatalar, şekerleme ve lokumlar, yapay veya doğal tatlandırıcılar, sakızlar, şekerli ve şekersiz reçeller, şuruplar, bal, pekmez, hazır çorbalar, ayçiçeği ve mısırözü yağları, patates, kavrulmuş kuru yemişler gibi sağlıksız ne varsa her şeyi atın. Poşet çaylar, granül kahveler de mutfağınızdan çıkmalı.
  2. SAĞLIKLI GIDALARIN ALINMASI: Karatay Sağlıklı Beslenmesine yönelik ceviz veya kavrulmamış badem/fıstık/fındık, günkurusu kayısı, serbest dolaşan tavuk yumurtası, hangi zeytinden seviyorsanız zeytin, tam yağlı en çok sevdiğiniz peynir, mevsim sebzeleri, yeşillik, soğuk sıkım sızma zeytinyağı, köy tereyağı, süt, et veya balık vb malzemeleri eve almalısınız. Sütü öncelikle yoğurt mayalamak için aldınız. Maya olarak tanıdıklarınızdan ev yoğurdu bulmanızı tavsiye ederiz. Cevizi pazardan kabuklu olarak alıp kendiniz taze taze kırarsanız hem daha lezzetli hem de daha sağlıklı olur.
Zamanla çok kullanacağınız bazı malzemeleri Anadolu’nun çeşitli yerlerinden getirtmeye başlarsınız. Biz, örneğin, cevizi Kaman’dan, kayısıyı Malatya’dan, tuzu Çankırı’dan getirtiyoruz. İnternet yoluyla alışveriş ve kargoculuk o kadar gelişti ki bunu yapmak hiç de zor olmuyor.

Kaynak: Facebook Woto Sağlıklı Yaşıyoruz Sayfası

8 Aralık 2016 Perşembe

Kilo Verememe Sebepleri


 Kilo verememenizin birkaç sebebi olabilir:

- D vitamini seviyeniz düşüktür.

- Demir seviyeniz düşüktür.

- Magnezyum seviyeniz düşüktür.

- İnsülin seviyeniz yüksektir.

- Troid hormonunuzda bir sorun vardır. (Diyete başlamadan önce mutlaka D vitamini, B12 vitamini,Troid hormonları açlık insülini demir ve diğer biyokimya ve hemogram tahlillerinizi yaptırın)

- Yemek saatlerinizi doğru ayarlayamamışsınızdır.

- Hazır yoğurt tüketiyorsunuzdur (çoğunun içeriğinde nişasta olduğundan beslenmeyi etkisiz hale getiriyor)

- Doğal olmayan gıdaları tüketiyorsunuzdur (Ne yazık ki doğal olmayan birçok gıda hormonal ilaç içeriyor, bu da kişilerin kilo vermesini engelliyor)

- Düzenli spor yapmıyorsunuzdur.

- Sporu yeterli süre boyunca yapmıyorsunuzdur.

- Arada küçücük de olsa kaçamaklarınız vardır.

- Yemekleri pişirme şeklinizde hata vardır. (Yanlış pişirilen besinler trans yağ içerir)

- Uyku saatleriniz yanlıştır.

- Kabızlık sorununuz vardır (lifli gıdaları az yemek ve az yağlı tüketmek bu soruna neden olur)

- Tuz tüketiminiz fazladır ve yanlış tuz kullanıyorsunuzdur.( kaya tuzu kullanmalısınız )

- Akşam yemeklerinizi doyana kadar değil tıka basa yiyiyorsunuzdur.

-yediğiniz gıdaların bazılarına intöleransınız yani allerjiniz vardır

Çözüm önerileri:

- Tahlil yaptırıp kan değerlerinizi görün.düşük olan d vitamini ,b12 ve demir seviyeleriniz varsa yükseltin

- Spor yaparken süre tutun

- Yediklerinizin resmini çekip, yediğiniz saati de belirterek grupta paylaşın.Böylece yediklerinizde bir hata olup olmadığını hep beraber kontrol ederiz.

- Köy yumurtası, köy tavuğu, köy tereyağı, evde yapılmış yoğurt vs tüketin.

- Hazır alıyorsanız doğal yada ev yapımı gıdalara yönelin.

- Her gün düzenli yürüyüş yapın.

- Kaçamak dediğimiz küçük atıştırmalıklardan kesinlikle yapmayın.

- Yemekleri Karatay beslenmesine uygun şekilde pişirin.

- Karatay diyetinde uykuda da kilo verme mümkün olabildiğinden, uyku saatlerinizin düzenli olması gerekiyor. Bu nedenle akşam en geç 11:30 gibi uyuyup sabah erken kalkmak çok önemli. Gece saat 2 ve 5 arası LEPTİN HORMONU salgılanır ve yağlarımızın yanmasını sağlar

- Lif içeren sebzeleri öğününüzde bol bol tüketin.

- Yağı kesinlikle kısıtlamayın, bol sağlıklı yağ tüketin çünkü Karatay diyeti kalori hesabına dayalı değildir. Vücuda giren faydalı yağ (soğuk sıkım zeytinyağı, köy tereyağı,kuyruk yağı tüketin), bağırsakların düzenli çalışmasını da sağlar. Kahvaltıda yediğiniz domates, salatalık gibi sebzelere de bol yağ koymayı unutmayın. Sebzeleri mutlaka mevsiminde tüketin

- Kullandığınız tuz miktarını az tutun ve mutlaka evinizdeki küçük tahta ya da cam değirmenlerde toz haline getirdiğiniz kaya tuzu kullanın. Diğer tuzçeşitleri ödem yaparak kilo vermenizi imkansız hale getirebilir.

- Sabah kahvaltıları tam ve doyurucu olacak şekilde, yüzde yüz karatay kahvaltısı olmalı. Ancak akşam yemeklerini kısıtlı tutun ve az yiyin. Bu şekilde daha hızlı kilo verebilirsiniz.

Kaynak: Karatay Lezzetleri Sayfası


2 Aralık 2016 Cuma

Yemek Yemek Hakkında Her Şey




Fazla yemek yendiğinde, mide hazım için daha çok enzime ihtiyaç duyar. Enzim üretmek vücut için oldukça güç olmakla beraber, kıymetli maddeler gerektirir. Sağlıklı bir insanın midesi 200-250 gr. yemeğin birinci hazmını, besinlere ve kişinin hazım gücüne göre 3-4 saat içinde gerçekleştirebilir. Bu miktarda yemeği hazmetmek için kalp zorlanmadan rahatça çalışacaktır. Bunun 2 katı yemek yendiğinde, yemeğin hazmedilmesi ve fazlalıkların kısmen depolanarak, kısmen çıkartılması için, kalbin 4-6 kat daha fazla çalışması gerekecektir.

Bu işlem yalnız Kalbi değil, besinleri hazmetme, depolama ve fazlalıkları vücuttan uzaklaştırmakla görevli diğer organları da yıpratır. Genç bir insan fazla yemek yediğinde, vücudu kuvvetli olduğundan hazmederek, fazlalıkları dışarı atabilir. Ancak fazla yemek alışkanlık halini alır ve zorlanma devam ederse, bu kuvvet tükenir, fazlalıkların giderek daha artmasıyla, vücutta depolar oluşur. Depolar dolduktan sonra, atıklar kanla birlikte dolaşmaya başlar, böylece kan ağırlaşır, kan dolaşımı yavaşlar. Kandaki ağırlaşan atıklar, damarlarda birikmeye ve zamanla damarları tıkamaya başlar. Daralmış damarlardaki kan, organları yeteri derecede besleyemeyecek kadar azalır. Beslenemeyen organlar beyne "biz açız" uyarısı gönderir, beyin de bu çağrıya cevap olarak iştahı çoğaltır. Bu, insanı daha da çok yemeye zorlar. Yedikçe kandaki fazlalıklar ve damarlardaki tıkanıklıklar çoğalır. Kan daha da koyulaşır, organların açlık hissi daha da artar. Bu kısır döngü devam ederken, insanlarda konsantrasyon, hafıza, düşünme, anlama ve öğrenme yeteneği azalmaya, hastalıklar birer birer kendini göstermeye başlar.

Çoğu insanlar fazla yemenin bedelini, aşırı şişmanlıkla ve şişmanlığın beraberinde getirdiği hastalıklarla öderler. Kimileri de, ne kadar yerse yesin, hep zayıf kalır. Bunlar kendi durumlarının şişmanlardan daha iyi olduğunu zanneder. Ancak çoğu zaman onların durumu şişmanlarınkinden daha tehlikeli olabilir. Çünkü fazlalıklardan oluşan atıklar, ilaçlar, toksinler ve katkı maddeleri şişmanların vücudundaki yağlarda depolandığı için, organların tahrip olması kısmen de olsa önlenebilir. Ancak zayıfların, kan vasıtasıyla bütün vücutlarını dolaşan toksinler, ateş, öksürük, terleme, nezle, kusma, ishal, sivilce, çıban gibi yollarla dışarı atılırken, bu ağır işlemler hem organlarını yıpratır, hem de eklemlerde, kaslarda ve organlarda depolanarak, ağrıya, enfeksiyona, kistlere ve genetik değişimlere (mutasyonlara) sebep olur. Bu tip insanlar genelde sık hastalanan, sıkıntılı ve asabî insanlardır.

Günde Kaç Öğün Yemek Gerekir?

Eskiden Hekimler "Hastalık nedir?" sorusuna; "Yediğini sindirmeden ikinci bir yemek yemektir", diye cevap verirlermiş. Hastalıkların temel nedenlerinden biri, hazmın tamamlanmasını beklemeden, yemeğin üstüne başka bir şey yemektir. Sindirim sistemi belli kurallarla çalışır. Bu kurallara göre, 200-250 gr. miktarında bir yemek, midede 3-4 saatte hazmolur ki, buna birinci hazım denir. Yemeğin cinsine, miktarına ve ağırlığına göre, birinci hazmın süresi 6-10 saate kadar uzayabilir. Hazım tamamlanmadan yenen ufacık bir lokma dahi, midenin hazım sürecini bozar. Bu bir lokma, önceki yemekle karıştığında, hazmolamayacağı için mayalanmaya ve çürümeye başlar. Önceki yemeği de bozup, çürüterek midede yanma, ekşime ve şişkinliğe sebep olur.

Aslında, ilk hazımdan değil, üçüncü hazımdan sonra, yani besinler kandan hücrelere geçtikten sonra, ikinci bir yemek yenebilir. Yani günde iki defa yemek insan için yeterlidir. İçme konusunda da ölçü aynıdır.

Günümüzde insanlar, günün büyük bir kısmını sürekli çiğneyerek geçiriyorlar. Yolda yürürken, sokakta konuşurken, ders çalışırken, sürekli bir şeyler atıştırarak, vücutlarını çöplüğe çeviriyorlar. En önemli sağlık kuralı ve bütün hastalıklara deva olan yegane ilaç, iyice acıkmadan yememektir.

Karışık Yemenin Zararları
Mizaca uymayan veya birbirine uygun olmayıp, hazmı için ayrı enzimler gerektiren yemekler, birbiriyle karıştığında, hazmolamadan çürür. Mesela, karbonhidratlar ile proteinler, süt ürünleri ile balık, birkaç inekten sağılarak karıştırılan süt, karışık et (örneğin, aynı cinsten iki farklı hayvanın eti, bir hayvanın eti ile bir diğerinin yağı, dana ile tavuk eti veya aklınıza gelebilecek herhangi bir et kombinasyonu), balık ile et, karışık yağlar (örneğin, koyun ile tavuk yağı, katı yağ ile sıvı yağ) birbirlerine zıttır. Çünkü bunların parçalanabilmesi için ihtiyaç duyulan enzimler birbirine zıttır. Bu zıtlık, enzimlerin üretilmesine engel olur, ya da üretilmiş enzimlerin birbirini yok etmesine sebep olur, yenen yemek hazmolmadan çürümeye başlar. Bu, midede saatler süren bir işlemdir ve bağırsaklarda da devam eder. Yemekten sonra kanda lökosit sayısının yükselmesi bu sebeptendir.

Çürüme veya mayalanma sonucu oluşan zehirli ve asitli kalıntılar, sinir hücrelerini doğrudan etkileyerek, bağırsakların hareketini yavaşlatır. Bağırsaklarda toplanan kalıntılar, bağırsakları genişletir, cepler oluşturur. Bu ceplerde dışkısal taşlar meydana gelir ve yıllarca atılmadan kalabilir. Beslenmedeki hata devam ettiği süre içersinde, bağırsaklar daha da ağırlaşır, hareketi daha da yavaşlar ve kabızlık meydana gelir. Bağırsakların duvarları kanalizasyon boruları gibi zehirli, yağlı atıklarla kaplanır. Bu noktadan sonra vücudun intoksikasyonu (toksinlerle dolması) hızla artmaya başlar. Vücut, direncini kaybeder, halsizleşir, bağırsaklarda sürekli gaz oluşur, uyku ve tembellik artar. Çürüyen veya mayalanan yemek artıkları bağırsağı zehirleyerek, kana karışır. Bu atıklar kandan bütün organlara ve hücrelere yayılarak, onları da zehirler, hastalıklara yol açar. Damarları tıkayıp, organ ve eklemlerde toplanır. Tıkanan damarlarda akan koyu - ağır kan, organları beslemekte yetersiz kalır ve organlar, yukarıda belirtildiği gibi, "açız" diye çığlık atmaya başlar.

Hızlı Yemek, Yemeği Az Çiğnemek
Çok hızlı yemek yemek, sindirim sisteminde zararlı sonuçlara neden olabilir. Her lokmanızda, bir öncekini tamamen yutmadan, yeni bir ısırık alıyorsanız, bu çok hızlı yemek yediğiniz anlamına gelir. Eğer hızlı yemek yiyorsanız, normal hızda yemek yiyen birinin bir çatal dolusu yiyecek yemesi için geçen sürede, sizin 4-5 lokma yediğinizden haberiniz yoktur.

Karbonhidratlar, organik asitler, aromatik maddeler ve tuzların hazmı, ağızda bol enzim içeren tükürükle başlar, çiğneme esnasında enzimlerle karışır ve bir kısmı ağızdaki kılcal damarlara süzülür. Ağır karbonhidratların hazmı ağızda başlar ve midede aynı enzimlerle devam eder. Ağızda yemeğin kimyasal yapısı hakkında toplanan veriler, beyne gönderilir. Beyin bu bilgiyi analiz eder ve yemeğin hazmını programlar. Bu durumda çiğneme işlemi büyük önem taşımaktadır. Yemek ne kadar iyi çiğnenirse, beyin yemeğin tahlilini o kadar iyi yapar ve sindirim sistemini o derece iyi hazırlar. Çiğnenmiş yemeğin tadı ve kokusu ağızda dağılmalı ve kaymaya benzer bir nesne (kimus) haline gelmelidir. Bu da 15-40 çiğneme hareketi ile elde edilir.

Ağızda çok miktarda akupunktur noktası bulunur (her bir dişin dibinde 2'şer tane). Çiğneme esnasında, besinlerden ayrılan enerji, bu akupunktur noktaları vasıtasıyla vücudun genel enerji dolaşımına karışır. Bu yüzden küçük yudumlarla içmek ve küçük lokmalar halinde yemek gerekir. Su, süt, et suyu, meyve-sebze suyu, küçük yudumlarla alınıp, ağızda ılıtılır, tükürükle karıştıktan sonra yutulur. Eğer gıdalar yeterince çiğnenmezse, sindirim başından itibaren bozulacaktır.

Yemeğinizi sakin, rahatlatıcı bir ortamda yiyin, yemeğe başlamadan önce derin bir nefes alın. Üzgünken, ya da bir tartışma sonrasında (ya da sırasında) asla yemeyin. Televizyon, ya da bilgisayardan uzakta yemek yiyin. Bir sonraki lokmayı ağzınıza almadan önce, ağzınızdakini çiğneyip yuttuğunuzdan emin olun. Neden hızlı ve/veya aşırı yediğinizi anlamaya çalışın. Örneğin, hızlı yiyenlerin birçoğu daha hızlı yemek için bir kardeşiyle yarışarak büyümüştür.

Yemeği iyi çiğnemenin faydaları


Tıb ilmi, iki beyte sığdırılmıştır. Bunu söylemenin en güzeli de, sözün kısa söylenmesidir.  "Az ye"!  Yedikten sonra hazmoluncaya kadar, başka bir şey yeme. Zira şifa, yemeğin hazmolunmasında yatar. İnsanın sağlığını bozan, yemek üzerine yemek yemektir. (İbni Sina)

Ne Zaman Su İçmeli

Et, yumurta, peynir gibi proteinli yiyecekler, midede hazmı uzun süren besinlerdir. Tatlılar ve meyveler midede fazla kalmadan bağırsağa geçerek, birinci hazmını burada tamamlar. Su ise, midede vücut ısısına ulaştıktan sonra, doğrudan bağırsağa geçer. Demek ki, önce su içmeli, sonra birlikte yememek şartıyla, meyve veya tatlı, sonra salata ve yemek yenmelidir. İki çeşit yemek yeniyorsa, hafif ve sulu olanı, ağır ve kuru olandan önce yemekte yarar vardır. Önce yemek, sonra meyve/tatlı yenirse, meyve/tatlı hazmını tamamlamak için bağırsağa geçemez, midede mayalanır veya çürür ve gaz oluşturur.

İbn-i Sina, sabah ekmek yiyenlere, eti akşam yemeyi tavsiye ederdi. Ekmek ve et arasındaki vakit dilimi bu kadar uzun olmalıdır. Etle birlikte mutlaka ekmek yenecekse, önce ekmeği et suyuna batırarak yemeli, sonra et yenmelidir.

Yemekten sonra su içince, su bağırsağa geçemez, midenin genişlemesine, mide asidinin seyrelip, zayıflamasına, hazmın uzamasına sebep olur. Yemek arasında su içmek de doğru değildir, çünkü yemekte su içen, yemeği iyi çiğneyemez. Gerektiği kadar çiğnenmemiş yemek, mideye, bağırsaklara ve dalağa zarar verir.

Yemekten 1,5-3 saat sonra su içmek daha uygundur. Zaten 1,5-3 saat sonra midenin hazmı sona yaklaşınca, yani yemek ikinci hazma hazır hale gelince, insanın su istemesi normaldir, su içmek için doğru zaman dilimi de budur. Ancak yemek kuru ise, o zaman çiğnenip, yutulan her lokmadan sonra, bir yudum su içmekte zarar yoktur. İsteyenler, yemekten sonra birkaç yudum su içebilirler.


Kaynak: Aidin Salih/ Gerçek Tıp (İnternette Derlenen Bilgilerden Özet)

Tatlı İsteğini Bastırmanın Yolları




Fransa’da yapılan bir araştırmaya göre şeker kokain kadar bağımlılık yapıyor. Çikolata yemeye başladığınızda, beyniniz mutluluk verici hormonlar olan dopamin ve opiat salgılamaya başlıyor. Bu bağımlılık yapıcı hormonlar daha fazla çikolata için sizi dürtmeye başlıyor.

Şekerli yiyecekleri vücudumuz istiyor, çünkü yediğimizde bizi mutlu yaptığını biliyor. Ama bunlar sonunda bizi depresif ve kaygılı yapabilir. 2002’de altı ülkede yapılan bir araştırmaya şeker alımı arttıkça depresyon riski de artıyor.

Şekerin diğer etkilerini zaten biliyoruz. Kilo alımına sebep oluyor, dişleri yıpratıyor, kalp hastalıkları, diyabet ve kanser riskini artırıyor.
Ama şeker tüketimine devam ediyoruz, çünkü “hayır” demek kolay değil. İyi haber ise Doğu’nun bilgeliği ve Batı’nın bilimi şeker dürtüsünü kesmek için bize birkaç strateji öneriyor.

Şeker İsteğini Nasıl Kesersiniz:

1. Güzel Bir Kahvaltı Yapın Yumurta, peynir, zeytin, tereyağı olsun kahvaltınızda. Böylece şekerli bir şey yeme isteğini uzun süre bastırmış, aynı zamanda da metabolizma hızını arttırmış ve vücudunuza enerji pompalamış olacaksınız.

2. Yeşil Sebze Tüketin Brokoli, ıspanak gibi yeşil sebzeler enerjinizi artırır ve içeriklerinde bulunan magnezyum gibi mineraller sayesinde şeker yeme isteğini bastırır.

3. Yapay Tatlandırıcılardan Uzak Durun Yapay tatlandırıcılar şeker isteğini aslında artırıyor ve yağ oluşumunu hızlandırıyor.

4. Güneş Işığı Alın D vitamini serotonin üretmeye yardımcı olur. Mutluluk hormonu serotonin şeker isteğini kontrol altına alacağı için güneş ışığından yararlanmaya çalışın.

5. İyi Yağlardan Yiyin Kabuklu kuru yemişler, somon gibi omega-3 yağı açısından zengin balıklar, zeytinyağı gibi gıdalar kan şekerini sabit tutar, açlığı engeller. Aynı zamanda bunalımı ve kaygıyı engelleyen hormonlar salgılanmasına yardımcı olur.

6. Her Öğünde Protein Alın Vejeteryanlar şeker yeme isteğini kontrol altına almada daha çok zorlanırlar. Kırmızı et, beyaz et, yumurta ve balık enerji uyarımı yapar ve şeker isteğini bastıran nörokimyasallar salgılanmasını sağlarlar.

7. 8 Saat Uyuyun Uyku eksikliği şeker yeme isteğine neden olan girelin isimli bir hormon salgılanmasına neden olur. Aynı zamanda iştahı kesen leptin isimli hormonun etkisini azaltır.
Şeker alışkanlığını bırakmak zor olsa da, sonuçları fazlasıyla tatmin edici: daha düz bir karın, daha fazla enerji, daha güzel bir cilt ve daha az doktor ziyareti.

Hipotiroidi Nedir



Hipotiroidi, tiroid bezinin yeterli çalışamamasıyla ortaya çıkar. Hipotiroidinin en bilinen nedeni sebebi bilinmeyen bir şekilde tiroid bezlerinin fonksiyonunun bozulmasıyla ortaya çıkan Hashimoto hastalığıdır. Bu hastalıkta önce guatr vardır, daha sonra tiroid bezi küçülür ve hormon salgılayamaz hale gelir.
Hipotiroidiye neden olan diğer bir etken de tiroid bezi ameliyatlarıdır. Ameliyatla birlikte bezin büyük bir bölümü alındığından yeterli hormonu salgılayacak bölüm kalmamış olur. Radyoaktif iyot tedavisi yapılan hastalarda da tiroid bezi hasar gördüğünden hormon salgılanması azalır ve hipotiroidi gelişir. Bazı durumlarda baş ve boyuna yapılan ışın tedavisi sonrası da bu rahatsızlık gelişebilir. Bazı ilaçlar da hipotiroidiye neden olur.

Hipotiroidi en çok kimlerde görülür?

Hipotiroidinin;
  • Şeker hastalarında,
  • Kansızlık problemi olanlarda,
  • 60 yaş üstü kadınlarda,
  • Kandaki yağ oranı yüksek kişilerde,
  • Adet düzensizliği ve çocuğu olmayan kişilerde,
  • Depresyonu olanlarda görülme ihtimali daha fazladır.

Hipotiroidi belirtileri nelerdir?

Hipotiroidi rahatsızlığı olan hastalarda;
  • Halsizlik,
  • Üşüme titreme,
  • Ses kısıklığı,
  • Şişkinlik,
  • El, yüz ve gözde şişlik,
  • Ciltte kuruma,
  • Saçlarda dökülme,
  • Uyku bozukluğu ve depresyon,
  • Adet düzensizliği,
  • Kilo artışı,
  • Konsantrasyon bozukluğu, hafıza zayıflığı,
  • Kansızlık, b12 eksikliği,
  • Az terleme gibi durumlar görülür.

Hipotiroidi nasıl teşhis edilir?

Hipotiroidi tanısında en önemli test THS ölçümüdür. Serbest T4 düzeyi düşük, TSH düzeyi yüksek bir hastada hipotiroidi vardır. Testlerde ayrıca demir, b12 ve kan da yağ düzeyine de bakılır.

Hipotiroidi nasıl tedavi edilir?

Nadir olarak Hashimoto hastalıklarında %20 oranında kendiliğinden iyileşme görülse de, Hipotiroidi tedavisi ömür boyu süren bir hastalıktır. Hastalık öncelikle doktorun yaraladığı dozlarda verilen ilaçlarla tedavi edilir ve tiroid hormonları normal düzeye getirilir. Kişi 6 ay-/yılda bir doktor kontrolüne gitmelidir. Hamile kalan hastalar, doktora gidip ilacın dozunu yeni duruma göre ayarlatmalıdır. Demir ve kalsiyum ilaçları, antasitler tiroid ilacının emilimini etkilediği için farklı zamanlarda alınmalıdır. Bu hastalığa sahip kişiler kesinlikle iyotlu tuz tüketmemelidir.

http://www.anatomica.com.tr/hipotiroidi-nedir

Gluten Hassasiyeti Nedir



Gluten, buğday gibi tahıllı besinlerde bulunan bitkisel bir protein.
Buğday , çavdar, arpa, yulaf olmak üzere diğer hububat tahılları ile de yakından alakalıdır ve bu nedenle bu tahıllar da gluten içerirler. Gluten, hamurun güçlü yapısından sorumlu, buğdayda bulunan proteindir. Gluten proteinleri, ekmek yapımı esnasında oluşan ağsı yapıdan sorumludur. Yükselme devresinde oluşan bu yapı çok önemlidir, glutensiz istenilen yapı oluşamaz ve ekmek mayalanamaz.

Gluten, birçok insan için mide-bağırsak kanalı yoluyla kolaylıkla sindirilebilen normal bir proteindir. Fakat bazı kişiler gluteni sindiremez. Bu kişiler bir sonraki aşaması ince bağırsakda yıkıcı tahribe yol açacak çölyak hastalığına namzet gluten intolerantlardır. Glüten bir seri farklı proteinin karışımıdır ve iki grupta sınıflandırılır bunlar, Prolaminler ve Glutelinlerdir.
Başlıca prolamin proteini olan Gliadin, çölyak hastalığı veya gluten intoleransında başlıca problemdir, gliadin antikorları bu hastalıkla alakalı olan bağışıklık komplekslerinde bulunmaktadır.
Gluten hassasiyeti bir sonraki salgındır. Birçok doktor çölyak hastalığı konusuna ve Gluten hassasiyeti sebepli sindirim problemine aşinadır, fakat doktorların büyük bir çoğunluğu gluten intoleransının , özellikle sindirim dışındaki diğer belirtilerinden pek haberdar değildir.

Benim kendimde gluten intoleransını bulmam uzun seneler aldı. Maalesef hiçbir diyetisyen ve doktordan bu konuda yardım alamayıp bir Hint uzmanla çalışarak devamı buldum. Devamlı kabızlık, gaz, hatta tansiyonumun yükselmesine sebep olan gluten ve unu 8 ay boyunca kestikten sonra tüm bu bulguların tamamen geçtiğini görmek beslenme uzmanlığı eğitimi almaya karar vermeme sebep oldu.
18 milyon kişinin gluten intoleransı olduğu tahmin edilmektedir ve insanlar bunun farkında bile olmadan yaşamaktadır.
Benim tahminim, 2 kişiden 1 i bu probleme sahip. Özellikle dünyada en fazla ekmek tüketen ve hamur işlerine bu kadar yatkın bir toplum olan Türklerde ise farkındalığın çok daha az olduğu ama aksine bu oranın çok daha fazla seviyelerde olduğu tahmin etmekteyim.

Glüten duyarlığı olan birçok insan sindirim sorunu yaşamaktadır.2002 yılında, New England Journal of Medicine da bir çalışma yayınlandı bu araştırmaya göre 55 kronik rahatsızlığın gluten sebepli olduğu belirtiliyordu. Bu kadar gösterge ve bildiriye rağmen neden hala birçok doktorun bu problemden bihaber olduğu hep aklıma takılmaktadır.
İlaç sektöründe yeni bir şey keşfedildiğinde, bu bilginin medikal okullarda okutulması ve klinik olarak pratiğe geçmesi ortalama 17 yıl sürmektedir. Gluten hassasiyeti üzerine yapılan araştırmalar henüz 17 yılı bulmadı ama gerçek şu ki glutenin sebep olduğu birçok hastalığın anlaşılması için henüz yolun başındayız.

Bir teoriye göre de eğer gluten hassasiyeti sorunu yoksa istedikleri kadar yiyebileceklerini söyleseler de ben aynı fikirde değilim. Yelpazenin diğer tarafında ise bir otoimmun hastalığı olan çölyak hastalığı mevcuttur ki zerre kadar glüten miktarı tüketilmesi bile yıkıcı sonuçlara sebep olabilir. Herkes bu yelpazenin üzerinde bir yere denk düşer. Çölyak hastalığına bir adım uzakta yada glütenle ilgili sorunsuz biri olmaya bir adım yakında olabilirsiniz.

Glüten hassasiyetinin muhtemel uyarı sinyallerinin birkaçı aşağıda belitilmektedir.
1. Migren ve başağrısıBesin hassasiyetinin başağırısı ve migrene sebep olduğu bilinir ve gluten bu açıdan farklı değildir. Yeni yapılan bir çalışmada migren tanısı almış kişilerin% 56 sının altta yatan sebebin gluten duyarlılığı olduğunu gösterdi. Diyetlerinden gluteni çıkarılması ve glutensiz yaşam tarzı benimsemeleriyle migren sorunları çözüldü.2. Beyin sislenmesi/bulanması
Gluten, bazı insanlarda morfine benzer etki gösteren ve beyinde sislenmeye sebep olan gluteomorphines içerir. Gluten aynı zamanda beyne saldırarak enflamasyona ve beyinde bulanmaya sebep olabiliyor.

3. Depresyon
Gluten bağırsak florasının bozulmasına ve leaky gut sendromuna sebep olur .Böylece bünyenin B vitaminleri, demir, D vitamini, omega 3 yağ asitleri ve çinko gibi bazı önemli besinleri absorbe yeteneğini bozabilir. Bu vitaminler ise beyin ve ruh sağlığımız için önemli besinlerdir.Öte yandan leaky gut sendromunda bağırsaktaki atık maddelerin tekrar kana karışması ile iltihaplanmalara neden olur.

4. Eklem ağrısı
Gluten bağışıklık komplekslerine saldırır ki bu eklemlere yerleşerek şişlik, ağrı ve iltihaba neden olabilmektedir.

5. Deri döküntüleri
Tüm bunlar cildin enflamasyonundan başka bir şey değildir..Glüten hassasiyeti nasıl ölçülür?
Gluten hassasiyetinin anlaşılması için 2 yöntem mevcuttur.

1. Kan Testi
Gluten duyarlılığı test etmek için kullanılabilecek birkaç kan testi vardır; Ancak çoğu geleneksel doktorlar bu testi kabul etmezler. En geleneksel doktorlar hala sadece çölyak hastalığı için test yapar, bu sebeple gluten duyarlılığının test edilmesi amacıyla bir fonksiyonel tıp doktoru bulunması çok daha doğru olacaktır.
2. Clean 30 programımız
Kolayı ise Clean 30 programımızla glutenli gıdalardan arınıp yerine alternatif gıdalarla beslenerek kendinizdeki iyileşmeyi görerek emin olabilirsiniz.
4 hafta boyunca glutenli gıdaları yemeyi tamamen kesip kendinizi bu süre boyunca daha iyi hissediyor iseniz büyük bir olasılıkla glüten hassasiyetiniz var demektir.
Bu sebeple danışanlarımızın hepsine glüten içerikli gıdaları tamamen diyetlerinden çıkarmalarını öneriyoruz..
Bazıları için %100 glutensiz beslenme de yetesiz kalabiliyor. Çoğu insan glütenin zamanında hasara sebep olduğu bağırsak florasını iyileştirmeye çalışmaktadır..
Eğer ufacık bir şüpheniz varsa glüteni kesin. Gluten yemeği keserek bir şey kaybetmiş olmayacaksınız. Aksine yaşamınızı yada çok sevdiğiniz birinin sağlıklı ve enerjik yaşamını korumuş olacaksınız.

Kilolu Olma Sebepleri



Kiloluluk Her Yaşta Gelişebilir:

Fazla kiloluluk her yaşta gelişebilir. Doğum kilosu kiloluluğu tahminde güvenilir değildir. Diyabetik (şeker hastası) anneden doğanlarda fazla kilolulık riski ve karında yağlanma fazladır. Yeni doğan bebeklerde baş çevresi küçük olanlarda fazla kilolulık riski yüksektir. Fazla kilolulık çocukluk döneminde ortaya çıkabileceği gibi ileri yaşlarda da ortaya çıkabilir.

Çocukluk Döneminde Kilolu Olanların Erişkin Yaşlarda Kilolu Olma Riski Yüksektir:
3-10 yaş arasında aşırı kilolu olan çocukların %50’sinde erişkin dönemde aşırı kilolu olma riski vardır. Ergenlik çağında aşırı kilolu olanların ise %70-80’inde ileri yaşta aşırı kilo gelişmektedir. Bu nedenle çocukluk çağından itibaren fazla kilolarla mücadele etmek gerekir.

Kadınlarda Gebelik ve Menopoz Kilo Almanın En Fazla Görüldüğü Dönemlerdir:
Erişkin kadınlar özellikle gebelik ve emzirme döneminde, doğum kontrol hapı kullanırken ve menopoz döneminde kilo alırlar. Doğum sayısı arttıkça alınan kilolarda artma olmaktadır. Bu dönemlerde kadınların kilo almamak için beslenmelerine dikkat etmesi ve egzersizi bırakmaması gerekir. Kilo alan bir kadının doğum kontrol ilaçlarını kullanmaması gerekir. Menopoz döneminde ortaya çıkan kilo alma olayı kanda kadınlık hormonu denilen östrojenin azalması neticesinde oluşur. Azalan östrojen hormonu çeşitli mekanizmalarla kilo alımı yapmaktadır. Menopoz tedavisi için ilaç alınsa bile kandaki östrojen hormonu tam olarak düzelmediği için de menopozdaki kadınlarda kilo vermede sıkıntılar olmaktadır. Bu hastalarda diyet, egzersiz ve bazı zayıflama ilaçları faydalı olabilmektedir.

Yaş Arttıkça Kilo Alınmasının Nedeni Kortizol ve İnsülin Hormonlarındaki Artışa Bağlıdır
Yaşla birlikte kilo artımının bir nedeni, kanda pankreas bezinden salgılanan insülin hormonu ile böbreküstü bezinden salgılanan kortizol hormonunun artmasıdır. Her iki hormonda çeşitli mekanizmalarla yağ birikimi artırmaktadır. Aslında bu hormonlar yağların parçalanmasını veya erimesini engelleyerek yağ miktarının artmasına neden olurlar.

Kilo Alınmasına Neden Olan İlaçlar:
Bazı hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar kilo aldırır. Bu ilaçlar kullanılırken beslenmeye dikkat etmeli ve hareket artırılmalıdır. Kilo artıran bu ilaçlar şunlardır:
· Psikiyatrik hastalıklar ve depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar
· Kortizon
· Doğum kontrol hapları
· Tansiyon ve kalp hastalığı tedavisinde kullanılan beta bloker grubu adı verilen ilaçlar
· Şeker hastalığı tedavisinde insülin tedavisi
· Epilepsi (sara) hastalığı tedavisinde kullanılan ilaçlar
· Alerji, grip-sinüzit tedavisinde kullanılan antihistaminik adı verilen ilaçlar.

Zayıflamaya Aşırı Düşkünlük:
Zayıflamayı takıntı haline getiren bazı kadınlar, uzun süre yemek yememe veya yemeyi kısma döneminden sonra, aşırı yeme dönemine girerler. Böylece daha fazla kilo alırlar. Bazıları ise üzüntülü ve sıkıntılı durumu gidermek için aşırı yemek yer ve sonunda kilo alırlar.

Psikolojik Nedenler:
Psikososyal bazı olaylar da fazla kilolulığı tetikler. Bu olaylar arasında erken yaşta anne ve babayı kaybetme, ailenin alkolik olması, kronik depresyon, evliliğin iyi gitmemesi, göç, emeklilik ve gece vardiyasında çalışma gibi nedenleri sayabiliriz.

Bebeklerin Beslenmesinde Yapılan Yanlışlar:
Yenidoğan döneminde anne sütü ile beslenmenin fazla kilolulık riskini azalttığı gösterilmiştir. Özellikle erken aylarda (6 aydan önce) ek mamalara başlanması çocuğun aşırı kilo almasına neden olur. Ayrıca bebeğe aşırı miktarda muhallebi yedirmek, hazır mamalara bisküvi, bal ve şeker koymak da kilo alımına neden olur.
PROF .DR METİN ÖZATA